Yüz görümlüğüm

17 Nisan 2011 Pazar

Başlıksız başlık.

Ölüyorum Allen. Ölüyorum.
Seni hatırladım bugün, çocukluğumu; ölü taklidi yapmalarımı.
Gizlice, kendimce çok iyi yaptığımı sanarak.
Yatağımın içinde kıpırtısız duruşlarımı hatırlıyorum.
Şimdide mi rol yapıyorum Allen?
Hala bi şarlo tragedya oyuncusu muyum?
Dev kadromda tek kişiyim, mi?


Özlüyorum Allen. Özlüyorum.
Neyi özlediğimi bilmeyerekten.
'Daha uzaklara.' diye yüreğinin derinliklerinin
                                                      engebeli tenine
                                                           geçirdiği harfcikleri
                                                                Duyumsuyorum.


Seviyorum Allen. Seviyorum.
Benden uzakta olan herşeyi istiyorum.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Bazen de bi tını alır benliğini ve uzay boşluğuna fırlatır.

                                                                     
'None but ourselves can free our minds.'

Konuşmak yalan söylemektir. Aynı eksende Beat Kuşağı


Eklemyerlerikururgibi

Günler bi zincirin halkaları gibi her geçen milisaniyede birbirine eklenirken, paralelinde 'ben' zincirinden halkalar koparmakta.
İyi-kötü, doğru-yanlış, legal-illegal gibi kavramları yoğun olarak sorgulamakta olduğum(sadece teoride değil uygulamalı olarak da test ettiğim) şu günlerde herşey küçük bi pencereye sığdırılmış gökyüzü gibi gelmekte ban'a. 
Babam hep; 'Düşün düşün boktur işin.' derdi. Hakikaten öyleymiş baba, bokun içinden bi türlü çıkamadım. Sanmayın ki sizleri suçluyorum pek değerli insancıklar, ben sadece ve sadece kendimi suçlayabilirim.


Herşeyini kaybetmiş bi insan nedir ki?
Herşeyini kaybetmek nedir ki?
Herşey nedir?
Kaybetmek nedir?
En önemlisi de 'insan' nedir ki?


Kendimi bildim bileli, sorgulanmamış bi yaşam, yaşanmaya değmez diye düşünmüşümdür. Sanırım artık sorgulanmış bi yaşamın bile yaşanır olduğuna inancım kalmadı, hiçbir değere(!) inancım kalmadığı gibi.


İnancı kalmayan bi insanın yapamayacağı şey yok gibi dursa da yapabileceği hiçbir şey de yok gibi.
Ve her geçen gün biraz daha, -Selimleşerek, Turgutlaşarak, Esatlaşarak, Süleymanlaşarak- 'Tutunamayanlar'a dahil olmaktayım, belki de farkına bile varmadan...


Önümüze paket program gibi hazır sunulan bu yaşamı kuralları gereğince yaşamaktır belki, görevimiz. Herşey bi sisteme göre düzenlenmiştir, ekleyebileceğin ya da çıkartabileceğin hiçbir şey yoktur.
Belki de bunu kabul etmektir, mutluluk dediğimiz zımbırtı.


Beynimden geçen düşünceleri yol çizgilerine benzetiyorum; kesik kesik, kısa kısa... Hiçbirisi bi diğerini geçemiyor, hiçbirisi uzun süre yer etmiyor.
Peki bunu acaba ben mi istiyorum? Hiç sanmıyorum!


Artık öyle bi noktaya geldik ki; ne anlaşılmayı bekliyorum ne de sevilmeyi. Pek tabii karşılığında kimsenin benden kendisini sevmemi ya da anlamasını beklemesini de istemiyorum. Buradaki en büyük mesel, sadece kendimizle bile mutlu olabilmeyi başarabilmemiz sanırım.


Huzurmuş! Kendi içimizde olmayan huzuru başka yerde aramaktan büyük bi saçmalık mı var! Buna kimin hakkı var?


Kendimi rüzgarda savrulan bi karalama defterinin uçuşan yapraklarına benzetiyorum. Eskizler pek iç açıcı değil, düzensiz, parça parça...


Kendimiz denilen yaratığa bunları nasıl yapabiliyoruz? Kimim ki? Kimiz ki?


Zihnim yine Beşir Fuat'la haşır neşir. Bunu biliyordum, böyle olacağını biliyordum!


Benerci kendini öldürdü.
Benerci kendini niçin öldürdü?
Elim kalem tutmaz oldu.
Sordu, ben kendine:
-Peki bundan sanane?
-Töbeee de. Nazım boşuna mı koymuş bunu heybesine?

Bazen bişeyler yazmak çok zor gelir. Ve, güzel tınılara bırakılır, ruh.

'Well I'll be damned, here comes your ghost again' diye başlar, bi güzel yolculuk.